ateş böceği ve karınca hikayesi
SönenKandiller oyununu Yerebatan Sarnıcında okuma tiyatrosu olarak yönetti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarında bir dönem çocuk tiyatrosu birimi başkanlığı yaptı. (TAL) Tiyatro Araştırma Laboratuvarında araştırma, oyuncu ve asistanlık yaptı. Kurum Dışı Çalışmaları: Hadi Çaman 7 Tepe
Bölüm16.05.2009-izle Harbi Tivi - Bölüm 4-izle Harbi Tivi - Bölüm 3-izle Bir Şarkısın Sen - Koro - Benim annem-izle Bir Şarkısın Sen - Koro - Hayırdır inşallah-izle Bir Şarkısın Sen - Koro - Bim Bam Bom-izle Tülay Aleyna Baktagör - ikimiz bir fidanın-izle Melek Aleyna Büyükçınar - Yalan-izle Mehmet Daş - Can Hatice
Butedavi, hastanede uygulanmalıdır. 9. Sivrisinek ısırıklarından korunmak için; cibinlik kullanılmalı, ultrasonik veya solar, bitkisel ve optik sivrisinek kovucular kullanılabilir. 10
AndrewClements / Brian Selznick. Dedem Bir Kiraz Ağacı. Angela Nanetti. Anne Frank’in Hatıra Defteri. Anne Frank. Filozof Meşe. Anooshirvan Miandji /
Korkmuşkaçmış bütün hayvanlar. İbrahim peygamber’i mancınıkla ateşin tam orta yerine atacaklarmış askerler. Atacaklarmış ki Nemrud’un ne güçlü bir kral olduğunu anlasın görsün; bir daha ona karşı gelmesin İbrahim peygamber. Bu sırada bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile koşa koşa gidiyormuş.
Site De Rencontre Par Affinité Politique. İHALa Fontaine'nin ünlü hikayesi Ağustos Böceği İle Karınca meğerse doğru Fontaine yüzünden yıllardır, insanlar Ağustos Böceğine büyük haksızlık yapmış. La Fontaine'nin haksız olduğu da bilimsel yönden ispatlanmıştır. Hikayeye göre Karınca tüm yaz çalışıp yiyecek biriktirirken, Ağustos Böceği saz çalıp şarkı söylemiş, kışın da karıncaya muhtaç Ağustos Böceği neden yiyecek biriktirmez?Ağustos Böceği’nin hayatını bilenler bu hikayenin böyle olamadığını da bilirler. Yapılan araştırmalara göre Ağustos böceği Ağustos ayından sonra hayatta kış için yiyecek biriktirmesinin bir anlamı Ağustos Böceği, uzantılı yumurtlama borusuyla yumurtalarını Ağaçların genç sürgün yarıklarının içine bırakır. Bunlardan altı hafta sonra “NİMF” adı verilen ve erginlere benzemeyen yavrular çıkar. Danaburnuna benzeyen bu yavrular, kazıcı ön ayaklarıyla toprağı kazarak altına altında yaşayan Ağustos böcekleri ağaç kökleri ve öz suyu emerek sene toprak altında kalan Ağustos Böceği yeryüzüne çıktıktan sonra 4 haftalık ömre sahiptir. Bu dört haftayı eş arayarak geçiren Ağustos Böceği eşleştikten sonra ölür, kışın yaşamayacağı için yiyecek biriktirme endişesi olmaz. Bu da La Fontaine'nin haksız olduğunun böceği’nin özellikleriBaşlarında iri iki petek gözden başka alınlarında üç tane de küçük nokta göz vardır. Antenleri kısa ve sert kıl gibidir. Ön kanatları, arka kanatlardan daha uzun yapılıdır. Çoğu arka bacaklarının yardımıyla sıçrayarak hızla havalanırlar. Gündüzleri yaprak aralarında gizlenirler. Hortumlarını ağaç filizlerine batırıp özlerini içerler. Özellikle söğüt sürgünlerinin özsuyunu Ağustos böceklerinin karınlarının altı sağlı sollu gergin bir zarla örtülüdür. Bunlar bir çift ses çıkarma organıdır. Kas yardımıyla bu zarları titreterek ses çıkarırlar. Dişilerinde ses çıkarma organı yoktur.
Ağustos Böceği Karınca MasalıAğustos böceği ile karınca hikayesinin kısaca özetini araştırdık. Özellikle bebeklerin çok sevdiği Ağustos Böceği ve Karınca masalının hikayesi nasıl? İşte Çoğu insanın bildiği en iyi masallardan birisi olan Ağustos böceğiyle karınca masalının komik ve duygusal hikayesi;Eğlenceyi çok seven bir ağustos böceği varmış. Ağustos böceği tüm yaz boyunca sadece şarkı söyleyip saz çalmış. Tüm yaz günlerini bu şekilde geçirmiş. Güzel günler akıp geçmiş kış gelmiş. Havalar çok soğuk ve yağışlı olmaya başlamış. Ağustos böceği artık yorgunluktan şarkı söyleyemez hale gelmiş. Soğuktan üşümüş ve karnı çok acıkmış. Kış için hiç hazırlık yapmamış. O gününü gün ederken komşusu karınca tüm yazı kışa hazırlanmakla geçirmiş. Ağustos böceği karıncanın hep çalıştığını hatırlamış ve komşusundan ödünç istemek için kapısına gitmiş. Kapıyı çalmış, karınca açmış soğuktan perişan olmuş ağustos böceğini görmüş. Ne istiyorsun ağustos böceği kardeş? demiş. Ağustos böceği de karınca kardeş havalar çok soğudu, çok üşüyorum. Karnım da çok aç. Bana ödünç yiyecek bir şeyler verebilir misin? Söz veriyorum ağustosta borcunu geri ödeyeceğim demiş. Karınca neden yiyecek hiçbir şeyin yok, tüm yaz boyunca ne yaptın? demiş. Ağustos böceği çok utanmış ve ben tüm yaz boyunca saz çaldım şarkı söyledim. Kış için hiç hazırlık yapmadım demiş. Bunu duyan karınca çok sinirlenmiş ve madem tüm yaz boyunca şarkı söyleyip saz çaldın, şimdi de oyna o zaman demiş ve kapıyı tak diye ağustos böceğinin yüzüne kalan ağustos böceği soğuktan titreyerek dönmüş ve keşke bütün yaz boyunca karınca gibi çalışsaydım, saz çalıp şarkı söylemeseydim. Şimdi evimde bir sürü yiyeceğim olurdu onları afiyetle yerdim demiş. Ve bir daha bütün yazı saz çalıp şarkı söyleyerek geçirmeyeceğine yemin etmiş.
Ben Ağustos böceklerini çok severim. Doğar doğmaz duyduğum ilk seslerden biri olmasından mıdır yoksa yaz gecelerinin ve sıcak gündüzlerinin değişmez artistleri olmasından mıdır doğrusu bilmiyorum. Ama kendilerini pek severim. Bu böcekleri görmeniz neredeyse olanaksızdır ama yakınınızda bulunuyorlarsa inanılmaz gürültü yaratırlar. Hele hele kulağınızın hemen dibinde cırcır etseler perişan olursunuz. Davulun sesinin uzaktan hoş gelmesi gibi Ağustos böceklerinin tekdüze şarkıları da uzaktan sevimlidir. Ağustos böcekleri yeryüzünün en ilginç canlılarından biridir. Çok kişi bilmez ama bunlar toprağın altında senelerce yaşarlar. En nihayetinde zamanı gelince toprağın üzerine çıkarlar ve kanatlı bilindik Ağustos böceği kıvamına ulaşırlar. Toprak üstünde yaşadıkları ömür pek kısadır. Birkaç hafta, bilemediniz bir iki aydır ömürleri. Oysa toprak altında senelerce yaşarlar. O bilindik kanatlı hallerine ulaşmadan önce larva halinde Türkiye’de 4 sene, kimi ülkelerde 2,3,5,7 ve hatta 17, evet yanlış okumadınız 17 sene kadar yaşarlar. Türkiye’deki çeşitleri genellikle 4 sene yoprak altında yaşarlar. 4 senenin sonunda her nasılsa nice sellere, erezyonlara, toprak kaymalarına ve bilcümle felakete dayanıp hayatta kaldıktan sonra birdenbire yeraltından çıkarlar. Daha sonra bilinen Ağustos böceği şekline şemaline bürünürler. Ondan sonra başlarlar yaygaraya. Sadece yaz haftaları boyunca yaşayacakları için karınlarının altında bulunan bir bölgeyi titreştirerek boyuna cırcır ederler. O minik cüsseleriyle çıkardıkları sesi kıyaslama yaparsak sonuç şaşırtıcıdır. Eğer Ağustos böcekleri insan boyutunda olsalardı ve çıkardıkları ses boyutlarına paralel olarak artsaydı ne pencere kalırdı ne kapı. Hatta bazı yorumlara göre duvarları dahi yıkabileceği öngörülmüştür. Neyse ki insan boyutunda değiller ve uzaktan gelen sesleriyle yaz gecelerine hoş bir fon oluyorlar. Çok çeşitli türleri vardır. Amerika’da yaşayan bir türü 17 sene toprak altında yaşamaktadır ve ondan sonra çiftleşmek için diğer kuzenleri gibi epi topu birkaç haftalığına yeryüzüne çıkmaktadır. Tüm ağustos böcekleri sadece ve sadece çiftleşmek için ses çıkarırlar. Başka bir gayeleri yoktur. Türlerinin devamını sağlamak için yaygara ederler. Kısacası bütün yaz duyduğumuz o sesler birer aşk çığlığıdır. Çocukluğumda ilk duyduğumda dehşete düştüğüm bir masal vardır. Aslında masal da değildir. Fabldır. Fabl, bilindiği üzere manzume şeklinde ders verme amacı güden, güldüren, düşündüren, genellikle hayvancağızları kahraman edinen kısa öykücükler sanatıdır. İşte “Ağustos Böceği ile Karıncanın Hikayesi” adlı fabl pek çoğumuz gibi bende de derin izler bırakmış, erken yaşta öğrendiğim, okuduğum, dinlediğim fabllardan biridir. Daha ilkokulda ilk muhalafetimi yaptığım fabllardan biridir. Oysa aradan yıllar geçti ve ilkokuldaki o çocukluk muhalefetimin yanlış hedefe odaklandığını anlıyorum şimdi. “Ağustos Böceği ile Karıncanın Hikayesi” oldukça meşhurdur. Neredeyse bu kısa hikayeciği bilmeyen yoktur ama yine de kısa bir hatırlatma yapmak gerek. Hatırlanacağı üzere bütün bir yaz boyunca Ağustos Böceği lay lay lom yapmaktadır. Şarkılar söylemektedir. Müzik aleti çalmaktadır. Oysa karınca harıl harıl kış için hazırlık yapmaktadır. Hatta karıncanın bu yoğun çalışması ile Ağustos böceği dalga bile geçer. Derken kış gelir ve bizim cırcır böceği aç kalır, tir tir titreyerek karıncanın kapısını çalar. Ondan yiyecek ister. Çünkü kendisinin yiyeceği yoktur. Buna karşılık karınca ona geçmiş yazı hatırlatır. “Zamanında yediğin hurmalar” diye başlayan bir tiradın sonunda Ağustos böceğinin suratına kapıyı kapatır. Bizim Ağustos böceği açlıktan telef olur. Kısa bir manzumeden ibaret olan bu öykünün ana çatısı budur. Peki ama bu hikaye nereden gelmiştir? Neden ilkokullarda bütün çocuklar bu hikayeyi öğrenmek zorundadır. Türkiye’de algılanış biçimi ile dünyanın başka yerlerinde algılanış biçimi arasında farklar var mıdır? Altı üstü bir böcük ile karınca deyip geçmeyin lütfen. Gelin beraber bir irdeleyelim dostlarım. Bu hikayeyi çok kişi La Fontaine’den sanır. Oysa bilinen ilk yaratıcısı Antik Yunan’da ve hatta Anadolu’da yaşadığı sanılan Ezop’tur. Peki Ezop kimdir? Ezop bana göre Antik Yunan’ın bir çeşit Nasreddin Hoca’sıdır. Çünkü yaşayıp yaşamadığı bile kesin değildir. Bizim Nasreddin Hoca gibi fıkralarla değil de daha çok fabllar ile tanınır. Fakat herşeyden önemlisi Ezop bir köledir. Milattan beş altı yüz yıl önce yaşadığı sanılan enteresan bir köledir. Filozof değil ama bilge adam mahiyetinde bir köledir. Hatta halkın parasını çalmakla suçlanan birtakım siyasetçileri “tilki ile kirpi hikayesi” ile kurtardığı dahi rivayet edilmektedir ki o fabl tam bir Nasreddin Hoca fıkrası gibidir. Siyasetçilerin davadan kurtulmak için yardım istedikleri Ezop mahkeme heyetine meşhur fablını anlatır. Bu hikayeye göre tilkinin sırtı pirelerden perişan vaziyettedir. O sıra kirpi yanına gelir ve tilkiye yardım etmek ister. Onu pirelerden kurtarmak ister. Ancak tilki yardımı reddeder. Kirpi “neden” diye sorar. Tilki, mevcut pirelerin karnının yeterince doyduğunu, yeni gelecek pirelerin aç olacağını, böyle bir riske giremeyeceğini söyler. İşte bu hikayeden sonra o yolsuz siyasetçilerin beraat ettiği rivayet edilir. Doğru veya yanlış dahi olsa Ezop böyle bir kimsedir. Bu Ezop’un ilk olarak dünyaya getirdiği Ağustos Böceği ile Karınca hikayesinin orijinali Yunancadır ve daha sonra Latincede de yaz boyunca lay lay lom yapan böcek yine aynı Ağustos böceğidir. Ancak daha sonra İngiliz ve Alman edebiyatında ilgili böcek “çekirge” olarak yer almıştır. Ta ki Fransızca üstadı olan La Fontaine bu fablı Fransız edebiyatında yeniden Ağustos böceği olarak yazıncaya kadar. Bugün dünyanın belirli ülkeleri yaz boyunca şarkı söyleyen böceği Ağustos böceği olarak, ama büyük çoğunluğu ise çekirge olarak yeni nesillere aktarmaktadır. Akdeniz iklimi ülkelerinde kahramanımız Ağustos böceğidir. Türkiye’ye ilk olarak Tevfik Fikret tarafından La Fontaine’den aktarma olarak sunulduğu için Türkiye’de bilinen hali çekirge değil, Ağustos böceğidir. La Fontaine, 17 yüzyılda yaşamış bir Fransız fabl ustasıdır. Kendine ait olan eserleri olduğu gibi Ezop’un veya başkalarının eserlerini de ufak tefek değişiklikler ile yeniden yazmıştır. Bu değişiklikler daha çok vurgulama ile ilgilidir. La Fontaine’in versiyonu daha sonra Nazım Hikmet tarafından da Türkçeye aktarılmıştır. Halikarnas Balıkçısı’ndan İslamcı şair Sezai Karakoç’a kadar çok sayıda edebiyatçı La Fontaine’e saydırmıştır. Mevcut hikayede Ağustos böceğine haksızlık edildiğini vurgulamışlardır. Hatta Sezai Karakoç, “Allah’ın hiçbir canlıyı boş yere yaratmadığını” dile getirerek bu hikayede La Fontaine tarafından “sadece bütün yaz şarkı söyledi” diye hikaye sonunda açlıktan telef olan Ağustos böceğine zulmedildiğini dahi ima etmiştir. Bu hikayeyi ilk dinlediğimde ben de Ağustos böceği taraftarları arasında yer aldım. Lakin büyük çoğunluğa hikayenin vermek istediği ders olarak sunulan şey bambaşkaydı. Zaten yukarıda bahse konu olan usta edebiyatçılar da kendi meşrebince Ağustos böceğine hak verdiler ama özellikle iktidarların kutsal kasesi olan eğitim-öğretim sistemi Ağustos böceğini haksız, karıncayı haklı gören bir tutum sergiliyordu. Yaygın ve sıkıcı eğitim-öğretim sistemine göre bu hikayenin ana fikri, “daha sonra zorluk çekmek istemiyorsan zamanında çok çalış” veya “kış günlerinde yahut yaşlılıkta sefillik çekmek istemiyorsan zamanında çok çalış” gibi şeyler oldu nedense. Hatta mevcut düzenler, bırakın karıncayı, bireylere “eşekler gibi çalış” gibi bilinçaltı ve hatta üstü mesajlar dahi verdi bu masal ile. Bu yorumlar sadece Türkiye’ye has yorumlar değil elbette. Dünyanın diğer ülkelerinde de benzer ana fikirler ortaya çıktı. Lakin işin aslı başkaydı. Bambaşkaydı. Bana göre, Ezop’tan önce La Fontaine yanlış anlaşıldı. Dolayısıyla ve bu yüzden “Köle Ezop” hiç anlaşılamadı. Bunu anlamak için her iki fabl ustasının yaşadığı dönemleri ve sosyal sınıflarını dikkate almak zorundayız. Bir basit masala bile sınıfsal bakamayacaksak zaten vay halimize! La Fontaine, Ezop’dan uyarladığı bu hikayede bence Ağustos böceğine zırnık dahi vermeden kapıyı suratına kapatarak asıl karıncayı kötü adam olarak resmetmiştir. Gözlerden kaçan ciddi bir ayrıntıdır bu. Hatta ayrıntı bile olmayıp hikayenin en temel konusu budur. Yardımlaşmayı, paylaşmayı reddederek aç ve sefil durumda olan birine yardım etmeyen karıncanın “stokçuluğunu” ön plana çıkartır La Fontaine. Çünkü onun dönemi erken kapitalizmin stokçu ergenlik dönemidir. Kendisi ise varlıklı bir aileden gelip bu olguyu ziyadesiyle gözlemiştir. La Fontaine’e göre karınca o dönemin ilkel kapitalistidir. Her ne kadar şarkı türkü söylese de Ağustos böceği ise sefil halkın ta kendisidir. Oysa hikayenin asıl kaynağı olan köle Ezop için durum tamamen farklıdır. Ezop ise Antik Yunan demokrasisi içinde bir garip köledir. Biraz önce aktardığım “Tilki ile Kirpi” hikayesinde olduğu gibi o dönemin kendine özgü şartları içinde söylemek istediklerini hayvanları konu edinerek söylemiştir. Ezop’a göre ise Ağustos Böceği pre-kapitalisttir. Çünkü karınca gibi çalıştırılan kendisinin de içinde olduğu sosyal sınıftır. Oysa soylular başta olmak üzere ayrıcalıklı sınıflar Ağustos böceği gibi şen şakrak günlerini gün etmektedir. Ezop ne yapsın? İntikamını ve içindekini bir fabl ile almıştır. Ezop’tan devrimci bir hikaye beklemek haksızlık olur. Ezop’un yapabileceği o soylu sınıflara “birgün bizim elimize düşeceksiniz ama kapıyı suratınıza kapatacağız” demekten başka birşey değildir. Peki ama bu hikayenin günümüzdeki karşılığı nedir? Hayvanlar alemi kendi alemlerini yaşar. Kendi doğalarını yaşarlar. Biz insanların hayvanlar üzerinden metafor yapıyor olmamız onların doğalarında bir değişiklik yaratmaz. Tilkiye kurnaz diye yafta takılmıştır misal. Ama bu yaftalar kültüreldir daha çok. Mesela, Türkiye’de hakaret olarak algılanan “ayı” sözcüğü Rusya ve Kanada’da iltifat dahi olabilir. Yine özellikle Batı kültürünün egemen olduğu coğrafyalarda belli başlı hayvanlar üzerinde ortak yargılar mevcuttur. Ancak Ezop ve La Fontaine yüzünden en çok Ağustos Böceği veya Çekirge ile Karınca bu ortak yargılardan nasiplerini almışlardır. Kabul etmek lazım ki, karıncaların doğası birtakım kötü niyetkli insanlar tarafından kullanılmaktadır. Bu yüzden karıncalar istemeden insanlara kötü örnek olmaktadırlar. İnsanlardan karıncalar gibi çalışması beklenmektedir. Elbette bunu en çok istismar edenler her zaman ve her yerde olduğu gibi yine o haydut kapitalistlerdir. Karıncaların ateşli bir şekilde çalışıyor olmalarını kullanan bu haydutlar, insanların da soluksuz bir şekilde çalışmasını beklemektedirler. Oysa o sevimli karıncalar birtakım haydutlar daha fazla kendilerini sömürsün diye çalışmamaktadırlar. Aynı şekilde yine bu hikayeden beslenerek tembellik ile Ağustos böceği veya çekirge eşleştirilmiştir. Oysa Ağustos böcekleri ömürlerinin son haftalarında doğal olarak vur patlasın çal oynasın modunda çiftleşme derdindedirler. Çekirge ise daha uzun yaşayacak olsa da o da aynı dertten muzdariptir. Çoğalma derdindedir. Kısacası bu dünyada insandan başka tek bir hayvan haydut kapitalistler için çalışmak mecburiyetinde bırakılmamıştır. Bu hastalıklı hal sadece insanlığa özgüdür. Bunu da uygarlık olarak yutturmaya çalışmaktadırlar. Kapitalizmin sabah akşam her kanaldan anlattığı masalların yanında “Ağustos Böceği ile Karıncanın hikayesi” ziyadesiyle masum kalmıştır. Fakat aynı kapitalizmin daha küçücük yaşlarda bireylerin zihinlerini bu hikayenin sahte ana fikirleri ile doldurmasına isyan etmenin zamanı geldi de geçiyor. Hem Ezop’a, hem La Fontaine’e, hem Ağustos Böceği’ne ve hem de Karınca’ya kapitalizmin arakladığı saygınlıklarını vermek zorundaydım dostlarım. Masallara ve mesellere bile tecavüz ediyor bu vahşi düzen ve bu haydut kapitalizm. Pek yakında şu ağzındaki lokmadan olan “Karga ile Tilki”nin üstü örtülmüş şifrelerinde görüşmek üzere. BirGün
Ağustos Böceği ve Karıncanın Hikayesi Günlerden bir gün, eğlenceyi çok seven bir ağustos böceği varmış. Bu ağustos böceği sürekli saz çalar, şarkı söylermiş. Tüm gününü bu şekilde geçirirmiş. Derken güzel, sıcak günler bitmiş, kış gelmiş. Artık havalar soğumuş, her yer karla kaplıymış. Ağustos böceği şarkı söyleyemez hale soğuktan çok üşüyormuş ve karnıda çok açıkmış. Ama hiç yiyeceği yokmuş. Çünkü tüm yazı saz çalarak ve şarkı söyleyerek geçirmiş. Kış için hiç hazırlık yapmamış. Ama o bu şekilde eğlenirken küçük komşusu karınca tüm yazı kış hazırlığı yaparak geçirmiş. Ağustos böceği bunu hatırlamış ve aklına karınca komşusundan ödünç istemek gelmiş; — Karınca komşumdan ödünç yiyecek bir şeyler isteyeyim, hem ne var ağustosta tekrar öderim, demiş. Ağustos böceği bu düşünce içerisinde karınca komşusunun kapısına gitmiş. Kapıyı çalmış. Karınca açmış kapıyı. Karşısında açlık ve soğuktan perişan olmuş ağustos böceğini görmüş; — Ne istiyorsun ağustos böceği, demiş. — Karınca kardeş havalar çok soğudu çok üşüyorum, üstelik karnımda çok aç ama yiyecek hiçbir şeyim yok. Bana ödünç yiyecek bir şeyler verir misin? Söz veriyorum ağustosta borcumu ödeyeceğim sana, demiş ağustos böceği. Karınca; — Neden yiyecek hiçbir şeyin yok, bütün yaz ne yaptın sen? — Ağustos böceği çok utanmış, çok mahcup olmuş; — Şeyy, ben bütün yaz saz çaldım, şarkı söyledim. Kış için hiç hazırlık yapmadım. Karınca çok sinirlenmiş bu cevabı duyunca; — Madem öyle tüm yaz saz çalıp, şarkı söyledin şimdide oyna o zaman, demiş karınca ve tak diye kapıyı ağustos böceğinin yüzüne kapatmış. Başa dön tuşu
ağustos böceği, ağustos ayından sonra hayatta kalmıyor. yani kış için yiyecek biriktirmesinin bir anlamı ağustos böceği, uzantılı yumurtlama borusuyla yumurtalarını ağaçların genç sürgün yarıklarının içine bırakır. bunlardan altı hafta sonra “nimf” adı verilen ve erginlere benzemeyen yavrular çıkar. danaburnuna benzeyen bu yavrular, kazıcı ön ayaklarıyla toprağı kazarak altına altında yaşayan ağustos böcekleri ağaç kökleri ve öz suyu emerek beslenirler. 17 sene toprak altında kalan ağustos böceği yeryüzüne çıktıktan sonra 4 haftalık ömre sahiptir. bu dört haftayı eş arayarak geçiren ağustos böceği eşleştikten sonra ölür, kışın yaşamayacağı için yiyecek biriktirme endişesi olmaz. bu da la fontaine'nin ağustos böceğine haksızlık yaptığının ispatıdır. ağustos böceği haklı. sonuçta 3 günlük dünya, çalış çalış nereye kadar. günümüzde geçerli olmayan mantığa sahip fabldır.. günümüzdeki versiyonunda ağustos böceği teoman ya da kaan tangöze gibi ünlü olup paraya para demez, en güzel kızlarla takılır, karınca ise ya iki yakasını zor bir araya getiren bir mavi yakalı ya da yine iki yakasını zor bir araya getiren ve teoman'a, kaan'a imrenmekle ömrünü geçiren bir beyaz yakalı olurdu... karınca ağustos böceğine sorar; "neden çalışmıyorsun? ''ağustos böceği cevap verir;" ben suriyeliyim.'' sanata ve sanatçıya saygısız hikayedir. meseleyi bir de ağustos böceğinden dinlemek gerekir dedirten fabldır.. ağustos böceğinden almış olduğum mektubu sizlerle fe paylaşıyorum“sevgili arkadaşlar, hepiniz karıncayla aramızdaki meseleyi duymuşsunuzdur. duymamak ne mümkün? mini mini çocuklara yok tembel ağustos böceği, yok çalışkan karınca diye anlatırlar da anlatırlar… çoluk çoluğun maskarası ederler bizi. bu fabl yüzünden tüm dünyada son derece kötü bir üne sahip oldum. ben de artık bana yapılan bu haksızlığa bir dur demek amacıyla bu satırları kaleme alıyorum. olayın aslı şudur yaşadığımız orman da büyyyük bir ekonomik kriz yaşandı. bu krizleri bilirsiniz. faturaları hep çalışan hayvanlar öder. işte bende onlardan birisiydim. işten atıldım. o koskocaman işsizler ordusuna ben de katıldım. senelerce çalışıp, didinmek sonrasındaysa bir hiçmiş gibi kapı dışarı edilmek ne korkunç bir şeydir, yaşayanlar bilirler. neyse, ben bu olayın bende yarattığı psikolojik, ekonomik, fiziksel çöküntüden bahsederek lafı uzatmayayım, tekrar konumuza bağlayayım. bizim ormanda çalışmayan aç kalır. ben de zaman geçirmeden iş aramaya koyuldum. heyhat, öyle ha deyince iş bulabilmek ne mümkün. hangi kapıyı çaldıysam iş için, yüzüme kapandı. kimi dedi çok kısasın, kimi dedi çok şişman. kimi çok deneyimsiz buldu, kimi çok yaşlı. velhasıl olmadı. kimse beni işe almadı. işsiz kalmak yetmiyormuş gibi bir de evsiz kaldım. laf aramızda şu ev sahipleri çok zalim. bir ay parayı veremeyince hemen eşyalarını kapı dışarı ediveriyorlar. bir gün iş aramaktan ayaklarıma kara sular inmiş vaziyette geldim eve ki ne göreyim. eşyalar dışarıda... öyle çok eşyam da yok hani, neyim varsa yüklendim sırtıma düştüm yola. sonunda dedim ki kendi kendime, ağustosböceği sen iyisi mi en iyi bildiğin işi yap. sonra da aldım elime elektro-gitarımı.. hem çaldım, hem söyledim… eğlenip, günümü gün ettiğimi söylüyorlar. külliyen yalan… insanın bunca sorun, dert arasında eğlenceli şarkılar söyleyesi gelmiyor ki içinden. o hakkımda yalan yanlış rivayetlerde bulunanlar birazcık kulak kabartsalardı, anlarlardı ki ben içimdeki acıyı, derdi dile getirmekteyim. bir de bir kez daha anladım, bizim orman ahalisi anlamıyor sanattan. biz sanatsal bir üretim içerisindeyiz, o bizi aylaklıkla suçluyor. zaten tarihte yaşamış önemli sanatçılarda yaşadıkları dönemlerde anlaşılamamıştır. biz sanatçıların talihsizliği işte! çok çok af edersiniz, konuyu dağıtmaya başladım ben yine; hemen toparlayalım. yaz yavaş yavaş yerini güze, sonrada kışa bıraktı. bizim ormanda kış çok sert geçer. ben o kışta kıyamette, hem işsiz, hem de evsizim. hani, insanlık ölmüş diyorlar ya, hayvanlıkta ölmüş. artık öyle bir çağda yaşıyoruz ki, tam vahşi orman kanunları geçerli. güçlünün zayıfı ezdiği, böylece hayatta kaldığı, düşene bir tekme daha vurulduğu bir yer burası. işte geldik karıncayla ilgili kısıma. biz karıncayla işten atıldığım ağaçta beraber çalışmaktaydık. ben atıldım, o biraz yalaka olduğu için çalışmaya devam etti. aynı muhitte otururuz kendisiyle. daha doğrusu benim evim varken otururduk. ben de bu kışta kıyamette dışarıda kalmamak için çaldım kapısını. ne de olsa benim arkadaşım, bu zor zamanlarımda beni içeri alır diye düşündüm. ne gezer… bana ne dese beğenirsiniz, “bunca zaman çalışmadın; gezdin, eğlendin, gününü gün ettin; bundan sonra da öyle yap…” sonra da kapıyı yüzüme çarpıverdi. ben dondum kaldım tabi. insanların yabancılaşma dedikleri şey buymuş onu öğrendim. hayvan hayvana sırtını dönermiş. hayvan dayanışmasından bihaberler bu karınca gibisiler. işte olayın özü özeti budur. bunca zamandır hakkımdaki söylentilere, yaratılan kötü ağustos böceği imajına sakın inanmayın oldu mu çocuklar. ben aslında bu vahşi sömürü düzeninin kurbanlarından birisiyim. son olarak yaratıcım la fontaine’e teessüflerimi bildirmek istiyorum… bir hayvana bu kadar da yüklenilmez ki canım…”edit imla hikayenin ağustos böceği ile ilgili bölümü tamamen asparagastır,hassas olduğum bir konu olduğu için yüzeysel anlatılmış gerçek hikayeyi de ekliyorum.[ ben bu konuda bir açıklama yapmak istiyorum sevgili dostlar agustos bocegi toprak altında 17 yıl toprak üstünde 4 hafta yaşarmış ama bize hikayede agustos böceği keyfine düşkün diye anlatıldı sorarım size 4 hafta ömrünüz olsa ne yapardınız yaşasın ağustos böceğiyaşasın senin gibi hor görülüp anlaşılmadan eleştirilenler !" agustos böceği yalnız değildir sen adamsın seni eleştiren seni yanlış tanıtan tribüne oynayanlar madam " hayat bakış acısının örnek alınıp ağustos böceği gibi yaşanması gerekir. kukla kabareden de dinlemeniz gereken hikaye.* ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri takip etmek için giriş yapmalısın.
ateş böceği ve karınca hikayesi